Değerli
dostlar,
Son yazıma devam ediyorum. Bu yazıları deşifre etmenin ilk adımı, Avrupa’ya metinlerin kopyalarının gönderilebilmesiydi. Rawlinson bunu yapabilmek için ölüme meydan okuyarak, yerel halkında yardımıyla, dik bir uçurumdaki tuhaf harfleri kopyalamaya girişti. 1847’de proje sona erdiğinde tam ve doğru bir kopya Avrupa’ya gönderildi.
Rawlinson elde ettiği şeyle yetinmedi. Bir subay olarak takip etmesi gereken siyasi ve askeri işlere rağmen, bulduğu her boş vakti bu yazının gizemini çözmeye ayırdı. Yöntem üstüne yöntem denedi ve nihayet yazının eski Farsça olan bölümlerini deşifre etmeyi başardı. Aslında bu en kolayıydı, çünkü eski Farsça modern Farsça’dan pek de farklı değildi ve Rawlinson da Farsça biliyordu. Eski Farsça bölümleri çözmekse, Elamice ve Babilce yazılanları çözmek için gereken anahtarı sağlamış oldu. Bu şekilde kapıyı aralayınca, Sümer pazarlarının uğultusu, Asur krallarının buyrukları, Babilli bürokratların tartışmaları metinden çıkmaya başladı. Eski ama canlı sesler ortalığa yayıldı.
Rawlinson gibi Avrupalı emperyalistlerin uğraşları olmasaydı, bugün eski Ortadoğu imparatorlukları hakkında bu kadar bilgi sahibi olamayacaktık. İkinci iyi bir örnek de Willam Jones’dur. 1783’te Hindistan’a Bengal eyaletinin Yüksek Mahkemesi’nde yargıç olarak görev yapmak amacıyla gelen Jones, Hindistan’ın harikalarından o kadar büyülendi ki, gelişinden altı ay sonra Asiatic Society’yi (Asya Topluluğu) kurdu. Bu akademik örgüt, Asya’daki ve özellikle Hindistan’daki farklı kültürleri, tarihleri ve toplumları incelemeye adanmıştı. Bu örgütün kuruluşundan iki yıl sonra Jones, karşılaştırmalı dilbilim alanını kurduğu kabul edilen The Sanskrit Language [Sanskrit Dili] kitabını yayımladı. Jones bu kitapta Hindu ayinlerinin kutsal dili haline gelmiş olan Sanskritçe ile Yunan ve Latin dilleri ve ayrıca Gotça, Keltçe, Eski Farsça, Almanca, Fransızca ve İngilizce arasındaki şaşırtıcı benzerliklere işaret etti. Örneğin anne Sanskritçe’de “matar”, Latince’de “mater,” eski Kelt dilinde “mathir” ve İngilizce’de “mother”dı. Jones bütün bu dillerin, şu an unutulmuş eski ortak bir dilden türemiş olması gerektiği fikrine ulaştı ve böylece sonradan Hint-Avrupa dil ailesi olarak tanımlanacak şeyi ilk tasvir eden kişi oldu. The Sanskrit Language çığır açan bir kitaptı ve Jones’un cesur (ve sonradan haklılığı anlaşılan) hipotezlerini içerdiği gibi yazarın farklı dilleri karşılaştırmak için geliştirdiği sistematik metodoloji de önemliydi. Bu yöntem sonradan başka akademisyenler tarafından da benimsendi ve böylelikle dünyadaki tüm dillerin gelişimi sistematik olarak incelenebildi. Dilbilim imparatorluklardan coşkulu bir destek gördü, Avrupa imparatorlukları etkili yönetim gösterebilmek için tebaalarının dillerini ve kültürlerini bilmeleri gerektiğine inanıyorlardı. Hindistan’a gelen İngiliz bürokratlar Calcutta Üniversitesi’nde İngiliz hukukunun yanı sıra Hindu ve Müslüman hukuku; Yunanca ve Latince’ye ek olarak Sanskritçe, Urduca ve Farsça; ayrıca matematik, ekonomi ve coğrafyaya ek olarak Tamil, Bengal ve Hint kültürleri üzerine üç yıla kadar eğitim görüyordu. Dilbilim eğitimi yerel dillerin yapısını ve gramerini anlamada büyük kolaylık sağladı.
William Jones ve Henry Rawlinson gibi insanların çalışmaları sayesinde, Avrupalı fatihler yeni imparatorluklarını daha önceki tüm fatihlerden, hatta yerel halktan bile çok daha iyi tanıyorlardı. Bu kadar derinlemesine bilginin elbette pratik avantajları vardı, bu tür bir bilgi olmadan bir avuç Britanyalının yüz milyonlarca Hintli’yi iki yüz yıl boyunca sömürüp yönetebilmesi mümkün değildi. 19. yüzyılın tamamı ve 20. yüzyılın başı boyunca sayısı beş binden az İngiliz bürokrat, 40-70 bin arası asker ve belki yüz bine varan İngiliz işadamı, onların yardakçıları, eşleri ve çocukları toplam 300 milyon Hintliyi yönetmeye yetiyordu.
Sonraki yazılarımda konuya devam edeceğim.
İyi haftalar,
Saygılarımla,
Ufuk Saygın
AQUA Danışmanlık
Yorumlar
Yorum Gönder