Değerli dostlar,
Arge’nin ne kadar önemli olduğunu
sürekli anlatıyorum. Gittiğim konferanslarda, tanıştığım yeni işverenlere
konunun ne kadar kritik olduğunu ifade ediyorum. Ne kadar başarılı oluyoruz
bilemiyorum. Çünkü, profesyonel olarak çalıştığım bir dönemde konuyu işletme
sahibine anlattığımda burası üniversite değil diye bana cevap vermişti.
Ama, bugün gelinen noktada, iş artık
çok ciddi boyutlara gelmiş durumdadır. Artık, fasoncu olmaktan kurtulup,
teknoloji üreten bir seviyeye yükselmek zorundayız. Çünkü, önümüzdeki dönemler
çok zorlu olacaktır. Ucuz işgücünün para etmeyeceği bir döneme doğru hızla
ilerliyoruz.
Bakınız, araştırma konusunda
rahmetli Nejat Eczacıbaşı neler düşünüyor. “Kuşaktan Kuşağa kitabından
alıntıdır.
“Araştırma,
artık insan yaşamının bir gerçeği, gelişmenin de kaçınılmaz bir gereği oldu.
Bir zamanlar iktisadi gelişme yatırım gücü ve emekle ölçülürken, yirminci
yüzyılın sonlarında teknolojiye yüzde elli oranında bir pay tanınmaktadır. Bu
gerçekler karşısında toplumların ekonomik gelişme sorunlarıyla görevli yönetim
grupları son elli yıldır bilimsel araştırmalara önemle eğilmişlerdir. Çeşitli
ülkelerde devlete bağlı kuruluşlar araştırma potansiyelini yönlendirip
düzenlemekte ve uyum sağlamaktadırlar. Hatta bazı ülkelerde bu işler bir
bakanlık aracılığıyla yönetilmektedir.
Gelişmede araştırmanın önemini anlamış olan toplumlar, bu alanda gittikçe
artan yatırımı öngörmektedirler. Araştırma harcamalarının bazı ülkelerde ulusal
gelirin 1980’lerde yüzde iki ya da üçünü bulduğu görülür.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sanayi geliştikçe rekabet ortamının
kurulması ve yabancı kurumların baskısıyla yeni ve değişik bir düzene girildi.
Bu, başka toplumların araştırma ürünlerini “bilgi” ya da “know-how” anlaşmaları
yoluyla Türkiye’ye aktarma dönemiydi.
Lisans anlaşmalarının sanayileşmenin ilk aşamasında kuşkusuz yararları vardır.
Hatta bu bazı endüstrilerde kaçınılmaz bir zorunluluktur da... Örnek olarak,
Birleşik Amerika 1980’ler başında ilaç sanayisinde yılda 1,5 milyar dolara
ulaşan araştırma giderleriyle her yıl 8-15 yenilik getirmekte ve bu gücüyle
kimya bilgisinin beşiği sayılan Almanya’da bile ilaç fabrikaları kurmakta ya da
lisans anlaşmaları yapmaktadır.
Türkiye’de de ilaç endüstrisinde yeniliklerden uzak kalınamayacağına göre,
araştırma ürünlerinin tam bedellerini ödeyip dışarıdan almak yerine, küçük bir
lisans ücreti karşılığında bunları yurtiçinde üretmekte yarar vardır. İlaçta
olduğu gibi birçok endüstrilerde de benzer bir durum söz konusudur. Buna
karşılık, bu eğilim araştırma gücünü de kısıtlamaktadır. Türkiye’de üretimde
bulunan yabancı ilaç kuruluşları kendi ana kurumlarının araştırmalarından
yararlanmakta, lisans altında çalışan Türk kuruluşları ise “know-how” yoluyla
ancak bilgi aktarması’yla yetinmektedirler. Türkiye’mizde küçük örnekler
dışında, ilaç endüstrisinde hemen hiç araştırma yapılmamaktadır. Bunun önemli
bir nedeni de, Sağlık Bakanlığı’nın ilaç maliyetlerinin oluşumunda giderler
arasında araştırma için kuruluşlara hiçbir pay tanımamasıdır. Bu koşullarda
yine de araştırma yapmaya çalışan bir ilaç kuruluşu, parasal açıdan adeta
cezalandırılmış olmaktadır.
Türk sanayisinin lisans ortamına girdiği koşullarda ölçüleri çok iyi
ayarlamak gerekir. Lisans ’ın yararını doğru biçimde değerlendirmek ve bundan yararlanmak,
buna karşılık bir nevi parazitizm’ in olumsuz rahatlığında araştırma açısından kısırlaşmamanın
yollarını da bulmak zorunludur.
Türkiye’nin ekonomik düzeninin gelecekteki yönü, ulusal sınırları aşmak ve
bölgesel ekonomiler bütünleşmesine girmek niteliğindedir. Avrupa Topluluğu’na
Türkiye’nin katılması 1980’li yıllarla birlikte gündeme giriyordu. Bölgesel
ekonomilerde yapay desteklerin koruyucu niteliği ortadan kalkar. Taklitçiliğin
cılız olanakları endüstrileri geliştirmez. Çağdaş koşullar altında Türkiye’deki
endüstri de araştırma yapmak zorunda kalacaktır. Ancak araştırma büyük maddi
olanakları gerektirir. Araştırmanın yetişmiş uzmanlar bulunmasıyla derin bir
ilişkisi vardır. Bu alanda işbölümü de zorunludur. Hatta belki bunlardan da
önce bir araştırma anlayışı yerleşmelidir.
Türkiye’de endüstri yeni araştırmaları nasıl değerlendirecek ve
araştırmanın ekonomik gelişmeye daha fazla yararlar sağlayabilmesine hangi
düzende aracı olacaktır? Türkiye’mizde endüstrinin taklitçilikten ve lisans
aktarmalarından çıkıp rekabet piyasalarına hazırlanması zorunludur. Bu geçiş
kolay değildir ve sadece eğitim de buna yeterli olamayacaktır. Çünkü araştırma
büyük yatırım bekleyen bir düzen, bir sistem, bir uzmanlık işidir.
Sanayicilerin, başında bu durumdan ürkerek araştırmaya yanaşmamaları
beklenebilir.
Dünyamız özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bir kalkınma telaşı içine
düştü. Önceleri Batı’nın normal gelişimi içinde ilerlemiş, kurumlaşmış ve
yerleşmiş modelinin bir cephesine bakılarak ekonomik gelişme sanayi
yatırımlarının ağırlığında görülmeye çalışıldı. Durum hemen bütün geri kalmış
ülkelerde böyle oldu. Çeyrek yüzyıllık dünya deneyimleri kalkınmanın basit bir
matematik denklem gibi ele alınamayacağını, kalkınmanın toplumun sosyal ve
kültürel durumunun bir işlevi ve yansıması olduğunu göstermiş bulunmaktadır.
Kalkınma çabası içinde bulunan ülkelerin gelişme planları yapılırken eğitim
ve araştırmaya en ön planda yer verilmeye başlanmıştır. Türkiye için de çıkar
yol yine eğitim, araştırma ve sanayideki üretim ilişkilerinin birbirleriyle
bütünleştirilmesindedir.”
Nejat bey’in bu yorumları yaptığı
yıllar, 80 ler, 40 yıl önce, keşke o dönem araştırma geliştirmeye daha fazla
önem verseydik.
İyi haftalar diliyorum,
Saygılarımla,
Ufuk Saygın
AQUA Danışmanlık
Yorumlar
Yorum Gönder