Değerli
dostlar,
Son yazıma devam ediyorum. Ancak bu pratik avantajlar imparatorlukların dilbilim, botanik, coğrafya ve tarih eğitimine mali destek sağlamasının tek sebebi değildi, aynı derecede önemli bir başka neden de bilimin bu imparatorluklara ideolojik bir gerekçe ve haklılık sağlamasıydı. Modern Avrupalılar yeni bilgiler edinmenin hep iyi olacağına inanmışlardı; imparatorlukların sürekli yeni bilgi üretiyor olması, bu yapıların ilerlemeci ve pozitif olduğu izlenimini yarattı. Günümüzde bile coğrafya, arkeoloji ve botanik gibi bilimlerin tarihi, Avrupa imparatorluklarını en azından dolaylı olarak övme gereği duyar. Botanik tarihçileri Avustralyalı Aborjinlerin çektiği acılar hakkında bir şey söylemezken, James Cook ve Joseph Banks’i anmayı ihmal etmezler.
Dahası, bu imparatorluklar tarafından edinilen yeni bilgi, en azından kağıt üzerinde fethedilmiş toplulukların da yararınaydı ve onları ilerlemenin faydalarıyla tanıştırmak, sağlık ve eğitim olanakları sağlamak, demiryolları ve kanallar inşa etmek, adalet ve refahı tesis etmek iddiasını taşıyordu. Emperyalistler, imparatorluklarının geniş koloni ağları değil, Avrupalı olmayan ırkların da iyiliği için kurulmuş iyi niyetli projeler olduğunu iddia ettiler. Bu halklar Rudyard Kipling’in meşhur sözüyle “Beyaz adamın yükü”ydüler (“The White Man’s Burden”) ve beyazlar tüm insanlığın iyiliği için onları daha ileriye, medeniyete taşıyordu. Elbette olgular bu efsaneyi yalanlıyor. Hindistan’ın en zengin eyaleti olan Bengal’i 1764’te fetheden ve zenginleşmekten başka bir şeyle ilgilenmeyen İngilizler, birkaç yıl içinde Büyük Bengal Kıtlığının ortaya çıkmasına sebep olan bir ekonomik politika uyguladılar. 1769’da başlayan ve 1770’te felaket boyutlarına ulaşan kıtlık, 1773’e kadar sürdü. Bu felakette eyalet nüfusunun yaklaşık üçte biri olan 10 milyon Bengalli hayatını kaybetti. Aslında ne sömürü ve baskıya ilişkin anlatılanlar ne de “Beyaz adamın yükü”, olgulara tam anlamıyla uymamaktadır. Avrupa imparatorlukları o kadar çok şeyi o kadar büyük ölçekte yaptılar ki, onlarla ilgili ortaya atılacak herhangi bir iddiayı destekleyecek örnekler mutlaka bulunabilir.
Eğer bu imparatorlukların, dünyanın dört bir yanında ölüm, baskı ve adaletsizlik dağıtan kötü niyetli canavarlar olduğunu düşünüyorsanız, işlenen cinayetleri anlatan ansiklopediler doldurabilirsiniz. İmparatorlukların tebaa olan halklarının hayatını yeni ilaçlar, daha iyi ekonomik koşullar ve güvenlik sağlayarak iyileştirdiğini düşünüyorsanız bunlarla ilgili de bir ansiklopedi doldurabilirsiniz. Bilimle yakın işbirliği yapmaları sayesinde, bu imparatorluklar o kadar büyük güç toplamış ve dünyayı o kadar büyük ölçüde değiştirmiştir ki, basitçe iyi veya kötü olarak adlandırılamazlar. Bugün içinde yaşadığımız dünyayı, o imparatorlukları yargılamak için yararlandığımız ideolojiler de dahil, bu imparatorluklar yaratmıştır. Öte yandan, emperyalistler bilimi oldukça şeytani amaçlar için de kullanmıştır.
Biyologlar, antropologlar, hatta dilbilimciler bile Avrupalıların diğer ırklardan üstün olduklarına ve dolayısıyla onları yönetme hakkına sahip olduklarına ilişkin bilimsel kanıtlar ürettiler. William Jones tüm Hint-Avrupa dillerinin ortak eski bir dilden türediğini iddia edince, pek çok araştırmacı bu dili konuşanların kim olduğunu bulmaya çalıştı. Sanskritçe konuşan ilk topluluğun, üç bin yıl önce Orta Asya’dan gelerek Hindistan’ı işgal eden ve kendini Arya olarak adlandıran halk olduğunu fark ettiler. En eski İran dilini konuşanlar da kendilerine Airiia diyorlardı. Avrupalı araştırmacılar, bundan dolayı hem Sanskritçe hem de Farsçanın (bu arada Yunanca, Latince, Gotça ve Keltçenin de) doğumuna sebep olan bu eski dili konuşanların kendilerine Aryanlar demiş olması gerektiğini düşündüler. Tüm bu muazzam Pers, Yunan ve Roma uygarlıklarını kuranların hepsinin Aryan olması bir tesadüf olabilir miydi? Sonrasında İngiliz, Fransız ve Alman araştırmacılar, bu çalışkan Aryanlarla ilgili dilbilim teorilerini, Darwin’in doğal seçilim teorisine eklediler ve Aryanların sadece bir dilsel grup değil, biyolojik bir yapı da olduğunu iddia ettiler: bir ırk. Üstelik herhangi bir ırk da değil, uzun boylu, açık renk saçlı, mavi gözlü, çalışkan ve rasyonel insanlardan oluşan, kuzeyin sisli topraklarında ortaya çıkıp tüm dünyaya kültürü yayan üstün bir ırk. Maalesef Hindistan ve İran’ı işgal eden Aryanlar, bu topraklardaki yerlilerle evlenerek açık tenlerini, sarı saçlarını ve bunun yanında elbette çalışkanlıklarıyla rasyonelliklerini kaybetmişlerdi, bu yüzden de Hindistan ve İran uygarlıkları çöktü. Avrupa’daysa Aryanlar ırksal saflıklarını korudular, bu sayede Avrupalılar tüm dünyayı fethetmeyi başardı ve eğer daha aşağı ırklarla karışmamak için yeterince önlem alırlarsa, bu ırkları yönetmeye uygunlardı. şimdilerde siyasetçiler ve bilim insanları arasında adeta lanetlenmiş durumdadır. İnsanlar hala ırkçılığa karşı kahramanca mücadele ederken, cephenin değiştiğini ve emperyal bir ideoloji olarak ırkçılığın yerini “kültürcülük”ün aldığını gözden kaçırıyorlar. Böyle bir kavram yok, ama yaratmanın zamanı artık geldi. Günümüzün seçkinleri arasında, değişik insan grupları arasındaki farkları, biyolojik değil kültürel farklara atfetmek çok yaygındır. Artık “bu onların kanında var” değil, “onların kültürü böyle” diyoruz.
Sonraki yazılarımda konuya devam edeceğim.
İyi haftalar,
Saygılarımla,
Ufuk Saygın
AQUA Danışmanlık
Yorumlar
Yorum Gönder